Travmatik Zedelenmeler Evlilik ve Ruh Sağlığına Etkileri;
Çocukluk çağında yaşanan bir takım örseleyici yaşam deneyimlerinin izleri, kişilerde uzun sürebilen bir takım duygu, düşünce ve davranışlara yol açabilmektedir. Kişiler, kendilerine zarar vereceğini düşündükleri olay, durum ve kişilere yönelik önlem alma, kendini koruma gibi tutumlar geliştirirler. Çocukluk ve ilk gençlik döneminde yaşanan ihmal, istismar, kötüye kullanım, taciz gibi yaşantıların ileriye dönük yıkıcı etkileri olduğu bilinmektedir. Pek çok psikiyatrik bozukluğun altında, geçirilmiş travmatik deneyimlerin kalıntıları bulunmaktadır. Kaygı bozuklukları, depresyonlar, panik atak, OKB vb diye bilinen bozuklukların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı gibi, alkol, madde bağımlılığı gibi dürtüsel ve istenmeyen alışkanlıklara da alt yapı hazırlamaktadır.
İnsan belleği, kendini koruyabilmek için, hayatı tehlikeye sokan uyaranlarla yaşananları, çıkarılan dersleri, hissedilen duyguları, verilen anlamları ve alınan kararları, hiçbir şekilde unutmamak üzere programlanmıştır. Yaşananların unutulmaması gerekir. Tehdit ya da tehlike durumu ortadan kalkıncaya kadar, tedbirli olmaya ihtiyaç duyulur. Ancak, travmatik olaylara yönelik duygular ve hisler çoğu kere, çok acı ve sıkıntı vericidir. Kişinin bilincinde olduğu müddetçe acı çekmesine, ızdırap, utanç, öfke, çaresizlik gibi duyguları yaşamasına da sebep olmaktadır. Dolayısıyla, sürekli negatif, yıkıcı duygu ve hislerle yaşamı devam ettirmek zordur. Başka bir mekanizma devreye girer. Hayatta kalabilmek adına, insanlar acıdan kaçınma eğilimindedir. Nahoş denen, hoşlanılmayan, acı veren durum ve duygudan kaçınma, unutma, bastırma eğilimleri ortaya çıkar. Özellikle çocukluk döneminde unutma, bastırma, görmezden gelme gibi kaçmaya ve kaçınmaya yönelik eğilimler dikkati çekmektedir. Bunlar, geçici olarak, çocuğun ya da ergenin hayatta kalmasına ve güçlenmesine yardım edebilir. Ya da bazı durumlarda kişiler travmatik deneyimleri ve duyguları özellikle unutmaktan kaçınıp, sürekli göz önünde tutmaya çalışabilirler. Travmatik deneyimlerin, örselenmenin yarattığı acı ve öfke ile kişi kendini korumaya, insanlardan uzak durmaya, ya da güçlü kişilerle özdeşim kurarak, onlara yakın olup, onların gücüne yaslanarak ta hayatta kalmaya çalışabilir.
Çocukluk çağındaki ihmal, kötüye kullanım, istismar, cinsel, duygusal taciz ve şiddet olaylarına yaklaşıma bakıldığında, geleneksel toplumsal yapının bu tür olayları ve davranışları fazla önemsemediği dikkati çekmektedir. “Çocuktur unutur” denilerek genellikle üstünde durulmamaktadır. Ya da aile içinde sır olarak gizlenmekte, hakkında konuşmak yasaklanmaktadır.
Klinik pratikte ise, çocukluk çağında yaşanmış, gerçektende “unutulmuş” yaşantısal deneyimlerin uzun süreli etkileri ile karşılaşmaktayız. Özellikle, yeni evlenen çiftlerde, kadınlarda, tekrarlayan kaygı, depresyon, cinsel işlev bozukluğu, okb gibi hastalık durumlarında karşımıza çıkmaktadır.
Çocukluğunda cinsel istismar, ihmal, kötüye kullanım, taciz gibi yaşantılara sahip olan bireyler evlilik hayatı gibi, ikili, yakın ilişkilerin söz konusu olduğu durumlarda ciddi anlamda zorlanmaktadırlar. Rahatsız edici niteliği gereğince, vaktiyle bastırılmış unsurlar, evlilik gibi bir ilişkide yeniden anımsanmaktadır. Herhangi bir cinsel, bedensel uyaran karşısında kişinin eskiye dair olan, bastırdığı duygu, düşünce ve heyecanlar aktive olmaktadır. Vaktiyle görmezden gelip, bastırılmış olanları anımsamak kişi için son derece kaygı vericidir. Çoğu kere de kaygı ile beraber kişi, başına gelenlerden dolayı kendisini suçlamaktadır.
Sıklıkla rastladığımız, sebebi tarif edilemeyen kaygı, korku, huzursuzluk ve sıkıntı tepkisi ile kişi kendini, geçmişteki deneyime karşı korumaya çalışmaktadır. Öze yönelik suçlama, kendine yönelik eleştiri, kendini beğenmeme, kendine güven duymama, değersizlik gibi hisler yaygın olmaktadır. Ki bunlar, bildiğimiz anksiyete ve depresif bozukluklardır. Bunların elbette hemen hepsi işlevsiz olup, çözüm yaratmamaktadır. Bilinçli olarak kişi başına gelenlerin çok farklında olmayabilir. Terapilerde sıklıkla, hastanın başına gelen yaşam deneyimi ile ilgili tüm anı ve içeriklerin bağlantılarını kopardığını görmekteyiz. Terapinin ilerleyen aşamalarında kişi, hatırlayabilmekte ve o anılarla bağlantı kurabilmektedir.
Terapi aşamasına gelmeden önce mevcut travmatik yaşantıların güncelleşmesi karşısında, ilişkilerin de bozulmaya başladığını söylemek gerek. Cinsel bir istismara maruz kalan eş için, evlilik yaşantısı çok sıkıntılı, zorlu geçebilmektedir. Yapılan pek çok araştırmaya göre, cinsel işlev bozukluğu ile çocukluk dönemi travmatik yaşantıları arasında güçlü bağlar bulunmaktadır. Yetişkinlik döneminde cinselliği yönelik yaklaşımın olumsuz olmasına sebep olmakta, cinsellik kabul edilememektedir. Eşinin karşısında cinsel partner olarak konumlamakta kişi çok zorlanmaktadır. Geçmişte yaşanıp, bittiği sanılan şeyler aniden ortaya çıkarken, çoğunlukla ilk zamanki gibi karşımız çıkmazlar. Adeta kılık değiştirmiş biçimde karşılaşırız. İlk önce bastırdıklarımız karşısında çaresizlik, bilinmezlik, yabancılık hissederiz. Pek çok Panik atak olgusunda bunlarla karşılaşmaktayız. Bir diğer karşılaşma yolu, bedensel semptomlar yoluyla olmaktadır. Bazen, cinsel travma izi, cinsel soğukluk yada sindirim sistemi, genital sistem gibi bedensel hastalıklar yoluyla ortaya çıkmaktadır. Pek çok tetkik yapıldıktan sonra mevcut sorunu olan kişiler psikiyatri ve psikoterapiye yönlendirilmektedir. Evlilik ilişkileri, geçmiş yaşantıların izlerinin ortaya çıkmasındaki en önemli unsurlardan biri olmaktadır. Travmatik deneyime maruz kalan kişi asla rahat olamamakta, kendini ilişkiye verememektedir. Eşlerin cinsel uyumlarının önünde önemli bir engel olabildiği gibi, eşler arasında beklenen güven, inanç, sevgi gibi bağların oluşumuna da engel olabilmektedir. Evlilik ilişkilerinde çatışma yaratan çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğu kere eşler yaşadıkları çatışmaya, uyumsuzluğa bir anlam vermekte zorlanmaktadırlar. Oysa çiftlerin peşinde adeta gölge gibi olan, karanlıkta kalmış çocukluk ve gençlik dönemi travmatik yaşantılarının izleri bulunmaktadır. Geçmiş örselenmeler çiftlerin arasında bir üçüncü gibi yakınlığı engellemektedir. Bu tür yaşantılar söz konusu olduğunda, kişilerin kendi başlarına problemleri, kendi bildikleri gibi çözmeye çalışmaları, zararı artırmaktadır. Eğer cinsel kötüye kullanımla da bağlantılı cinsel bir sorun (vaginismus vb ) veya depresyon ya da takıntı, kaygı bozuklukları varsa sorun büyümekte ve kronikleşmektedir. Eğer ilişki ise söz konusu olan, ilişkinin onarılması imkansız hale gelmesi yanında, ciddi kopmalara, boşanmalara mal olabilmektedir. Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta, ya da hatırlatılması gereken, örselenmiş deneyimlere sahip kişilerin mevcut rahatsızlık durumundan kurtulmaları için, sadece ilaç tedavisinin yetmeyeceğidir. Kişiyi rahatsız eden anıların, düşüncelerin ve inançların, yaşantıların gözden geçirilerek, olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması gerektiğidir. İlaç tedavisi destekleyici olarak görülmeli ve altta yatan anlamlar dönüştürülmelidir.