İlişkide "TEHLİKE" İşaretleri;
Evliliğin ilk yılları, çiftlerin, birbirleriyle en çok konuşmaya ve iletişim ağını kurmaya çalıştıkları dönemdir. Her iki taraf ta kendi ailelerinden gelen değer, inanç, tutumları ve öğrendikleri temel başa çıkma ve iletişim davranışlarını yeni kurduğu aileye taşır. Bu süreçte tartışma ve çatışmaların, fikir ayrılıklarının olması doğaldır. Hatta gereklidir de. Çiftin, kendi ailelerinden getirdikleri değer ve başa çıkma tarzlarının, iletişim biçimlerinin, yeni kurulan ailede değişmesi, ortak değer, tutum, inanç ve başa çıkma davranışlarının, iletişim dilinin bulunması gereklidir. Elbette bu bir değişim ve dönüşüm sürecidir. Yeni kurulan ailenin önceki ailelerden farklılığının, biricikliğinin yaratılması gerekir. Evliliğin ilk yılları bu anlamda tarafları yani çiftleri zorlar. O güne değin öğrenilmiş ve doğruluğuna, geçerliliğine inanılmış, güvenilmiş tutum ve davranışların bazılarından vazgeçmek ya da değiştirmek ya da diğer tarafında kabul edebileceği hale getirmek gerekir. İlişkiye yönelik emek harcanması anlamına gelir. Çiftler o güne değin kendilerinin farkında bile olmadıkları düşünme, davranma ve iletişim biçiminin karşı taraf için sıkıntı kaynağı olabileceğini görürler. Aslında çiftin birbirleriyle olan ilişkisi ve evlilik bağı ilk bebekleri gibidir. Kişilerin uyum yapma becerilerinin sınandığı bir dönem olur. Bu dönemde çiftlerin birbirleriyle kurdukları iletişim olumlu tarzda ise, kaldıraç işlevi görür. Evliliğin temelleri güçlendirilmiş, çiftlerin bir arada yaşamasını, birbirlerinden keyif almalarını, yakınlık, sevilme, değerli olma, paylaşma gibi özlemlerinin giderilmesini kolaylaştırır.
Ancak çiftlerin önceden benimsedikleri iletişim biçimi ve başa çıkma tarzları bazen ilişkilerde uyum yönünde ciddi engeller de yaratabilir. İlişkiyi içten içe, yavaş yavaş yıkan bir unsura da dönüşebilir.
Gottman’ a göre çiftlerin iletişimlerinde ki, temel uyarı işaretlerinden biri; alaycılık ve küçük görme eğilimidir. Bu tarz bir iletişim biçiminde öteki eşin davranışları, sözleri, tutum ve inançları, değerleri önemsizleştirilir. Bazen espri, alay konusu biçiminde ortaya çıkar. Karşı tarafın toleransı zorlanır. Çoğu kez karşı tarafın ailesi üzerinden yapılır. Bu tür bir iletişim biçimi öteki eş üzerinde yıkıcı, kırıcı, ya da inciten ve kendine, ailesine yönelik değer duygusuna zarar veren bir etki yaratır. Bu durumda olan eş çoğunlukla taraf olmaya zorlanır. Yetiştiği aileyi savunmak zorunda kalır. Eşine yönelmek yerine kendi ailesini ya da kendi öz değerini korumaya itilmiş olur. Eğer bu tür iletişim biçimine ”dur” denemezse, zamanla kırgınlıkların büyümesi olasılığı vardır. Ve zaten alaya alındığını, önemsenmediğini, küçümsendiğini düşünen eş, karşı taraftan uzaklaşmaya başlar.
Diğer bir temel uyarı işareti de; eleştirme davranışıdır. Eşlerin birbirlerini anlamaya, destek olmaya çalışması yerine sürekli eleştirmesi, eleştirilen eş üzerinde yıkıcı bir etki yaratarak, kendine olan inancını, güvenini kaybetmesine, kendini yetersiz görerek karamsarlaşmasına sebep olabilir. Eleştirinin çoğu kez iyi niyetlerle yapıldığı söylenir. Amacın o kişiyi uyarmak, kendine çeki düzen vermesini, doğruları görmesini sağlamak gibi gerekçeler dile gelir. Oysa eleştirmek, bir şeyin yanlış olduğunu söylemek yeterli değildir. Eleştirilen kişiye neyi, nasıl düzelteceği ya da yapacağı konusunda bilgi vermez. Hatta bazen kişinin ne yapacağını şaşırmasına, vazgeçmesine, küsmesine ya da umudu kesmesine neden olur. Öteki eş tarafından onaylanma, takdir edilme, beğenilme arzuları tatmin olmaz. Ve yine sonuçta zamanla eleştiren eşten uzaklaşma olasılığı artar. Eleştiri çoğunlukla kişinin kendi becerilerine, yeterliliğine olan inancı ve güveni yok eder. Eleştiren eşe karşı tepki, misilleme olarak, eleştirinin dozunun artmasına sebep olur. Karşılıklı olarak birbirlerini kıyasıya eleştiren, ancak çözüm bulamayan eşlerin çatışmaları artar.
Olumsuz iletişim biçimlerinden biri de; savunmada olma ve tepkiselliktir. Bu tarz bir iletişim tarzına sahip olan çiftlerin, sorunlarını çözme olanakları yoktur. Her konuşma girişimi karşılıklı suçlama ve kendini savunma çabaları içinde boğulur. Hedef olan soruna odaklanmak yerine, eşler birbirlerini davranışlarından, kişiliklerinden, duygularından dolayı suçlar. “Ne var ki bunda üzülecek, sen zaten hep bahane arıyorsun. Sulu gözlüsün….” ”Ne yapsam yaranamıyorum. Sen zaten hiçbir şeyi beğenmezsin. Bencilin tekisin. Sorumsuzsun….” Çoğu kez ne konuşulduğu, sorunun ne olduğu bile unutulur. Böyle bir iletişim tarzında, ötekinin ne söylediği dikkate alınmaz. Yaşananların sorumluluğu, öteki eşe yönlendirilmiştir. “O’nun yüzünden kızmış, öfkelenmiştir. O öyle yapmasaydı, öyle olmayacaktır. O’nun değişmesi gerekir.” Her iki eş karşılıklı olarak birbirini suçlama pozisyonundadır. Birbirlerini duyamaz ve dinleyemezler. Herkes, sadece içindekileri boşaltmakla meşguldür. Geçici olarak içindekileri boşaltmanın “rahatlığını” yaşarlar. Ya da eşlerden biri suçlayıcı olurken diğeri kendini savunma çabasında olur. Kendinin “suçsuz” olduğunu ispat etmeye gayret eder. Bazen de suçlayıcı bir eşin varlığı durumunda diğer eş, alttan alarak, susmaya çalışarak baş etmeye çalışmaktadır. Alttan alan eş, genelde kadın olmaktadır. Deyim yerindeyse, mahkeme salonu ailenin tam ortasına kurulmuştur.
Evlilik içindeki suçlayıcı tarzda iletişim, sorunları çözmeye hizmet etmediği gibi çözülme umudunu da yok eder. Uzun süre bu şekilde ayakta kalmaya çalışan çiftler arasında, evlilik için temel unsurlardan biri olan ötekine ve kendine yönelik güven duygusunun zayıflamasına sebep olur. İnsanlar suçlandıkları, kendilerini savunmak zorunda kaldıkları ilişkilerde asla rahat olamazlar. Suçlama davranışları; eşin, öz değerini, özsaygısını, kendine olan yeterlilik hislerini yıkıma uğratır. Yakınlık gereksiniminin önünde ciddi engel oluşturur. Aynı evde yaşayan yabancılara dönüşülür. Eşler suçlama karşısında kendilerini güvende hissedecekleri uygun uzaklıklara çekilirler. Artık yakınlık tehlikeli hale gelmiştir. Görünürde, sınırlı bir iletişim ve paylaşım vardır. Çoğunlukla iletişim konularını günlük mecburi ihtiyaçlar oluşturur.
Suçlama, savunmacılık davranışları eşlerde yıkıcı olabilecek bir takım olumsuz duygular yaratır. Kızgınlık, öfke, intikam, yılgınlık, çökkünlük, yetersizlik, değersizlik ve nefret gibi. Birbirlerine yaklaştıkları anda olumsuz duygular aktive olur. Tartışmalar, kavga, sözel, fiziksel şiddet gündeme gelmeye başlar. Söz konusu duyguların varlığına rağmen yakınlaşmak mümkün değildir..
Gottman’ a göre; olumsuz iletişim davranışlarından sonuncusu da, eşlerin birbirlerinden koptukları, kendi içlerine döndükleri, adeta “taş duvar“ oldukları aşamadır. Eşler artık, birbirlerini göremezler, duyamazlar. Temas kopmuştur. İletişim kurma çabasında olan eşe karşı, ruhsal, duygusal, düşünsel yönden barikat oluşturulur. Bu tarz baş etme biçimi, ilişkiler açısından oldukça yıkıcı sonuçlar doğurur. Ötekinin varlığının yok sayılması, görmezden gelinmesi, ilişki içindeki öfkeyi, daha da şiddetlendirir. Sıklıkla bu yola başvuran eş ötekini çaresiz hissettirebilir. Sorunların çözüm olasılığı tıkanır. Diğer eş bir süre uğraşsa da sonuçta pes edip, o da benzer bir sürece girebilir. O zaman da eş ilişkisinin tamamen koptuğu, sadece anne baba olarak aynı evde yaşayan bireyler ortaya çıkar. Terapiye başvuran çiftlerde sıklıkla görülen bir durumdur. Çocuklar adına bir arada olunan, katlanılan bir ilişkisizlik hali vardır.
Yukarda sözü edilen baş etme ve iletişim tarzları hemen her ilişkide zaman zaman görülebilir. Söz konusu iletişim biçimleri genellikle, yetişilen aile ilişkilerinde öğrenilmektedir. Suçlayıcı, eleştiren ebeveynlerle yetişen birinin, yeni kurduğu ilişkilere bunları taşımaması, imkansızdır. Anne ve baba arasındaki ilişkiler ve roller model alınır. Bunun çoğunlukla farkında bile olunmaz. Otomatik baş etme tarzları biçiminde, sorgulanmaksızın ortaya çıkarlar. Zaten, eş seçiminde de yetişilen aile ortamındaki kadın erkek rollerine uygun olan eşler seçilir. Yetiştiği ailede babanın kullandığı iletişim biçimi suçlama, annenin ki de alttan alma, susma biçimindeyse, erkek eşin beklentisi bu yönde olur. Eşinin susmasını, kabul etmesini bekler. Eğer böyle olursa erkek eş için sorun kalmaz. Ancak kadın beklentiye uygun davranamadığında çatışmalar artar. Bu durum da kadın için katlanılamaz olur.
Evlilik ilişkisinde alay etme, küçümseme, eleştiri, suçlama, yargılama, küsme, saldırganlık davranışları artış gösteriyorsa, eşler ilişkilerini gözden geçirmelidirler. Yukarıdaki olumsuz iletişim tarzlarının yıkıcılığı zamanla artmakta, ilişki ya yıkıma sürüklenmektedir. Ya da yakınlığın, sevginin ve doyumun olmadığı mutsuz ilişkilere hapsolunmaktadır. Olumsuz iletişim örüntülerini fark etmek ve değiştirmek, çiftin kendi başlarına üstesinden gelecekleri bir durum olmayabilir. Çiftler bu noktada, mutlaka kendilerinin çözmesi gerektiği düşünebilirler. Genellikle, değişik başa çıkma yollarına başvururlar. Ancak kendi başlarına çözemediklerinde, son çare olarak terapiye gelebilmektedirler. Bu da çoğunlukla psikiyatrik bazı sorunların ortaya çıktığı, artık eskisi gibi yaşanamayacağı, aşırı sıkıntı dönemlerinde olmaktadır. İlişkinin acil servise getirilmesi gibi bir şeydir bu. Uzun süren, yıpratıcı ilişkilerin bedelleri ağır olabilmektedir. En sık karşılaşılan durumda, ilişki problemi ile birlikte psikiyatrik desteğinde gerekli olduğu durumlardır. Böyle bir aşamada evlilik, ilişki terapisinin çiftlere olan ruhsal maliyeti yükselir. Değişim için çok daha uzun süreye ve emeğe mal olur.
Evlilik Terapisi için gelmiş bir çift olduğunda, psikiyatrik desteğinde gerekli olduğu bir durum var ise (depresyon, kaygı bozuklukları vb), çift terapisine hemen başlanamayabilir. Terapide, ilişkisel güvenliğin yaratılması için çiftleri ayrı ayrı görmek, sonradan bir araya getirmek gerekebilmektedir. Bazen olumsuz duyguların varlığı o kadar şiddetli olabilmekte, terapi ilişkisi sabote edilmektedir.
İlişkilerinde temasın çok az olduğu çiftlerde, evdeki iletişimsizlik hali terapiye taşınabilmektedir. Birbirlerinin yüzlerine bile bakmayan, uzun süredir göz göze bile gelemeyen, yataklarını ayırmış çiftler, görüşme esnasında da birbirlerini görmeye katlanamamaktadır. Evdeki gibi suçlayıcı, akıl verici, değersizleştirici ilişkileri seansa taşımaktadırlar.
Terapi sürecinde, eşlerin kendileriyle olan ilişkileri, kendi gereksinimlerini fark edip edememeleri, kendi duygularının ne olduğunu, nasıl hissettiklerini anlamaları, değişim için enerji ve umutlarının olup olmadığı tek tek ele alınır. Yetiştikleri ailede sorunların nasıl çözüldüğü, kimin nasıl davrandığı gibi konular gözden geçirilir. Bugünkü davranışların temeli çoğunlukla geçmişten gelir. Kişinin kendisini yönlendiren inançları, tutumları, kuralları v.b. gözden geçirerek bugüne olan katkısını görmesi hedeflenir. Kendisini etkileyen unsurların farkında olunduğunda, değişim süreci başlar. Bu yüzden evlilik terapilerinde değişim hemen gerçekleşmez. Kişinin geçmişten gelen baş etme becerilerini gözden geçirdikten sonra, bugüne neleri taşıyıp, neleri bırakacağı, yerine neleri, koyabileceği araştırılır. Kısaca, olumsuzlukta kişinin katkılarını görmesi, davranışlarının sorumluluğunu alması beklenir. Çoğu kez yeni iletişim ve kendini ifade etme yönündeki becerilerinin de gelişmesi beklenir.
İlişkisel boyutta ise; kendi davranışlarının ötekinde yarattığı olumsuz duygular, düşünceler, tutumlar ele alınır. Kendisi suçlayıcı olduğunda ötekinde yarattığı olumsuz duygular ile yüzleştirilir. Suçlayıcı, küçümseyen iletişim tarzının amacına hizmet edip etmediği gösterilir. Mevcut olumsuz iletişim sürecinde olup bitenleri, terapistin yardımı ile görmesi ve bir karara varmaları beklenir. Bireysel sorumluluğu üstlenme yanında ilişkinin iyileştirilmesi için gerekli anlayış ve sorumluluğu üstlenmeleri için destek yaratılır. Kısaca söylemek gerekirse “sen ve ben” sürecinden uzaklaşıp “biz” olma sürecine odaklanılır.
Evlilik Terapisi ile bazen mevcut iletişim ve başa çıkma tarzı değişmemekte, taraflardan biri ya da ikisi de değişim için enerji ve umut bulamamaktadır. Çiftler, ilişki için çaba göstermeyi reddedebilirler. Boşanma sürecine girebilirler. Çift olmaktan tek olmaya geçme sürecinde de olumsuz iletişim, ciddi güçlükler yaratabilmektedir. Ancak bazen evlilik içi iletişimi düzeltemeseler de, boşanma sürecinde birbirlerini daha az yıpratmalarını sağlayabilmektedir.